9.4.10
ay vakti
SAKLI MEKTUPLAR-LV/Mektup
Şiraze
ne kadar seversin Şirâze;
ateşe atacak kadar mı,
ateşten çekecek kadar mı?
Neva kıyılarında donan yüzlerin resmini çizeceğim sana kış vakti her yer bembeyaz; beklemeyeceğim yaz gelsin yeşille şenlensin diye Kiji, ben seni en soğuk gecelerin en ölümcül noktasıyla tanıştıracağım; hep sıcak değil günlerimiz, hep yeşil değil rengimiz ve hep değil yumuşak yüreğimiz; anla diye Şirâze soğuk iliklerimize işlemiş.
kimi kederlendirdiğini umursamadan söylenen sözlerin nereye gittiğini izleyeceğim ben, kendim, bir başıma; korkunun derinde bir yerde neden ille de çoğaldığını anlatacağım; tam da Aral kıyısında çekilirken sular geriye, çöl sıcağında sana, sevmenin de az geldiği, belki de sevmenin hiç dillendirilmediği topraklarda, sapsarı kumların üzerine bırakılan izlerin sebebini dizelere dökenlerin şimdi nereye gizlendiklerini söyleyeceğim; gör diye Şirâze sıcak da soğuk da nasıl acımasızmış.
çiçeklerin hiç açmadığı yerlerde renkleri tanımayan insanlar var, suyun kenarında kilometrelerce uzanmış yeşermeyen çorak topraklar var; içilemeyen saf sular, tadılamayan meyveler var; ısıtmayan güneş, yıldız dolu gecelerde gökyüzünü çaresiz göremeyenler var; ömür geçmiş bir sokak öteye henüz adım atmamışlar, bir öyküsü olduğundan habersizler var; resim çizmeyi bilip kalemi olmayanlar, kalemi olup yazamayanlar, yazmayı bilip de cesaretini kökten kaybetmişler var; çok bilip susanlar, sustukça kaybolanlar, kayboldukça alkışlananlar var; öyle yerler var Şirâze adı masalsı, sanı destansı; hayâli Kaf kadar uzak, İrem kadar yitik, Petra kadar dimdik... yok’lar içinde var’lar var, var’lar içinde yok’lar... İstanbul içinde kaç şehir, dünya içinde kaç alem var; yazacağım bil diye Şirâze her yer kendince ahenkliymiş.
Elbruz’da bekle beni tam buzul zamanı, Malkar’dan yayılan efsanenin adını ben okuyacağım titreyen sesime aldırış etmeden, her kelimenin vurgusunda olmasın diye en ufak bir yanlışlık, aktris edâsı takınmadan, sahneye en hâkim havamda sana ben, bir de Asya’dan şiirler okuyacağım; yalın, postmodernizmin henüz bulaşmadığı kafiyelere dikkat ederek, bilmediğim dilin bilmediğim inceliklerini zedelemeden, masallara taht kurmuş toprakların tebessümüyle bakacağım sana; anla diye Şirâze
inciten incindiği için incitirmiş.
susarsam konuşursun sandım
konuşursam susarsın... ol sebepten Şirâze, her kelimeyi tek tek senin için yazdım
âzâde et ki beni ayyânım çok, son demde zincirlerimi tek tek kırayım
adın kaçağa çıkmışsa eğer, ömrün sürgün yeridir artık
şehirler geçersin Şirâze, sonra ülkeler... zaman kilidin
barınamazsın dar gelir her sığınak, geniş yerde kesilir nefesin
adın işlenmişse bir yere, attığın her adımda oraya çıkarsın
sana yazılmış tüm isimleri kazıdıkça, bile bile yaralanırsın
çaresi yok Şirâze, sen böyle bu yolda tükene tükene yürüyeceksin
deliyim bilirsin, biraz çocuk ve biraz da karanlık
gelme içimdeki öfke beslensin, yeter ki sen gelme
düştüğüm yer Şirâze, olmasın senin gözlerin
derdim seninle değil benim;
erken tarihlerin birinde, bir Pazardı Şirâze, seni külliyen dert edindim.
hayalden kaymayanım...
ne söylesem de takmayanım:)
yazılmaktan eskimeyenim
önce saygıdeğer blogum sonra varsa! uğreyanlar buraya, misafirlerimiz. Ay vaktinin mart sayısı çok şirin duyurulur efem. Ve benim seçtiğim bir yazı da burada okunmayı beklemekte...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder