20.4.10

güllere vurgun



anlık düşün-ce, gelince insana
alıyor eline bir buket gülü
vuruyor baş-tan sevdaya
ama anlıyor ya sev-da artık
o zaman kalıyor öyle, dalıyor sev-daya
illa kal-dırıp ellerini
dal-dıracak mısın yüreğine?
çık-aracak mısın güllerini?
ser-ecek misin ortalık yere?
dön-mek mi lazım arkanı?
zamansız zamanlara?
dal-mak mı lazım sevdasız sevdalara?
illa?
lila?
ne?
kafam karışık...

19.4.10

postmodern aşık mektup yollarsa

.
.
.

Postmodern aşık mektup yollarsa

inan ben de mesaj atmayacağım sana
ama başım ağrımasa bu kadar
her sabah aklıma ilk sen gelmesen
cayır cayır yanmasa içim
senden kurtulma hayalleri kurarken
sen durmasan muhayyilemde
seni görmeden ölmek istememem olmasa...

ama sen hiç ses vermiyorsun
bu kadar aceleci olmayacağım inan
durabilsem yerimde
susabilsem sessizce
sabırsızlığım olmayacak inan
unutsam seni
unutabilsem
ama sor bakalım kalbime
neredeyim diye?
üstelik doruğa çıktığında sensizlik, düşüncelerim ve baş ağrım
işte şuan ki gibi yazı olup dökülüyor önüne
bir anda
mektup olup uçuyor sana
anlık işte
tutamıyorum kayıyor sana
bir saniyede

bilmiyorum belki diyorum
bir görsem seni
belki daha az ağrır başım
en azından hastalanmam
ya da bilmiyorum
sadece görmek istiyorum
öyle işte...



modern olamadan
postmodern olanlara...



benden söylemesi, dünya ve güya kelimelerini çokca kullanmalı,
ısrar etmemeyi ve yeniliklere yelken açmayı öğrenmeliyiz artık

gülü terk

17.4.10

ben, o

Okuyor beni sadece
Ben erirken, o büyüyor gözlerimde
Biterken ben, o
Serilip serpiliyor yalın kafiyelerde

Halim ağlıyor
O dönüyor sadece
Kururken ben, o
Yeşeriyor inadına ellerimde

İzliyor ıssızlığımı
Yağmıyor birkere
Koşarken ben, o
Bekliyor kelimeleriyle evinde

Nefes alıyor sessizce
Çıt çıkmıyor içimde ve içinde
Yanarken ben, o
Süzülüyor göklerde

Güneş doğuyor, güneş batıyor
O parlıyor yine de
Düşerken ben, o
Kökleniyor yeryüzünde

Okuyor beni sadece
Tükenen kalemimle
Bitince ben, o
Başlayacak küllerimde


sen de...

beni aşkın ateşine atan
gecelerde yalnız
yollarda gözsüz bırakan
bilesin sana sitemim var
hakettiğin söz
güzel sözdür yine de
sen de ol böyle
sen de ol böyle


16.4.10

hayalden bir gece daha kaydı...




Yürüyordum arkadaşımla akşamı geceye bağlayan bir vakitte, Sultanahmet'te. Gözümüze ilişen Pierre Loti'nin adının verildiği bir kafe tabelası arkadaşımın bana Pierre Loti hakkında soru sormasına neden oldu.
Bilir misin dedi. Burada yaşayıp, burada ölmüş.
Dinleyemedim bile onu. Aklımdan sadece daha önce 5 kişiye söylediğim bir şeyi söylemek geçiyordu.
Pierre Loti dedim. Türkler için kendi ölüleri ile birlikte yaşayabilen bir millet. demiş. Onların etrafında piknik yapar, gülerler ağlarlar demiş.
Ve sustum dalıp gittim, daha önce beş kere olduğu gibi. O beş anı nasıl da hatırlayabiliyorum?
Peki Pierre Loti ismini her duyduğumda neden bu hadiseyi heyecanla anlatmak istiyorum? Bunu bana anlatan "o" olduğu için mi? Bana ondan kalan tek hatıra olduğu için mi? Peki neden anlatırken seviniyor, benden bir kişiye daha karışıp giden bu hikayenin dudaklarımdan dökülmesiyle birlikte neden sonsuzluğa gömülmek istiyorum ? Neden dalıyorum, saniyeler dakika oluyor o anlarda?

Bu dalmışlık anından beni uzaklardan gelen bir ses uyandırdı.

...dünyanın bir yazı bir kışı vardır,
her yolun bir sonu, bir başı vardır.
her aşkın sonunda gözyaşı vardır,
akar damla damla, sel olur gider...

boş yere bekleme geçen günleri,
böyledir ne yazık ezelden beri.
kimi benim gibi sever gönülden,
kimi senin gibi el olur gider...



Bir konser vardı. Oturduk dinledik. Her şarkı beni nasıl da söyledi anlamadım...

15.4.10

yorgunluk kahvesi

Uzun zamandır hissediyorum yorgunluğu. Bahar yorgunluğu değil bu, içinde her mevsim var. Sararan yapraklar da, efil efil esen yaz rüzgarları da, hüzünle yağan karlar da var üstünde yorgunluğumun. Artık bir yorgunluk kahvesi içsem diyorum. Zira çok ihtiyacım var. 4o yıllık değil, ömürlük bir kahveye...

gözler ' im seni




Beni bunu çizmeye iten neydi, bilmiyorum. Sadece görmek istedim belki de...



14.4.10

şimdi benim adım n'olur n'olmaz



Sanırım Sami Savni Özer'in sesine bu şarkıyla vurulmuştum zamanında. mfö bir daha söyledi ama bunun gibi asla olamaz ki. Beeeeeeeeen diye gırtlaktan uzatan Sami Savni olmayınca...

13.4.10

küçüklükler SENFONİSİ



Dünyalarımız büyüdükçe, küçüklükler daha da küçülüyor. Bizi yöneten "mantığımız" efendilikten, padişahlığa terfi ediyor. Yaşamlarımızın aslında küçük birer hikayecik olduğunu çoğumuz çok erken yaşlarda unutuyoruz. Küçük düşlerimizde yaşadığımız kocaman mutlulukları bir kaç acı tecrübeye pay ederken, etrafımızdaki insancıklara verecek bir lokma mutluluk bırakmıyoruz ceplerimizde. "Büyük" ve "küçük" mana değiştiriyor algımızda.

Yaptığımız en ufak güzellik, sanki kötü birşeymişcesine çocukluk olarak karşılanıyor. Öylesine yaşamayı hatırlamaya çalışanlar ise tutarlılık ile basitlik arasında konduruyor kendini, öyle tahayyül ediyor belki de...

Bütün sorun küçüklüğü yaşadığınız kişi oluyor nihayetinde. Hala büyüyememiş demektense, hala değişmemiş demeyi tercih eden biricik kişiyi bulduğunuzda oyunlarınızı oynamaya devam edebilirsiniz.

Mutluluk minicikliği içindeki, minnacık hayatınız büyüsün ellerinizde huzurla...

10.4.10

cızzzzzz

Yas

Az evvel burada
Yüzünün yarısına
Düşen ışıkla, susan
Konuşan bir kadın
"Diyordum ki" dedi
"Bilmem ki, dalmışım"

Sabah sardığım
Yara bandıymış
Parmağımda
Yüzük sandığım

Cevdet Karal

9.4.10

ay vakti




SAKLI MEKTUPLAR-LV/Mektup
Şiraze



ne kadar seversin Şirâze;
ateşe atacak kadar mı,
ateşten çekecek kadar mı?



Neva kıyılarında donan yüzlerin resmini çizeceğim sana kış vakti her yer bembeyaz; beklemeyeceğim yaz gelsin yeşille şenlensin diye Kiji, ben seni en soğuk gecelerin en ölümcül noktasıyla tanıştıracağım; hep sıcak değil günlerimiz, hep yeşil değil rengimiz ve hep değil yumuşak yüreğimiz; anla diye Şirâze soğuk iliklerimize işlemiş.



kimi kederlendirdiğini umursamadan söylenen sözlerin nereye gittiğini izleyeceğim ben, kendim, bir başıma; korkunun derinde bir yerde neden ille de çoğaldığını anlatacağım; tam da Aral kıyısında çekilirken sular geriye, çöl sıcağında sana, sevmenin de az geldiği, belki de sevmenin hiç dillendirilmediği topraklarda, sapsarı kumların üzerine bırakılan izlerin sebebini dizelere dökenlerin şimdi nereye gizlendiklerini söyleyeceğim; gör diye Şirâze sıcak da soğuk da nasıl acımasızmış.



çiçeklerin hiç açmadığı yerlerde renkleri tanımayan insanlar var, suyun kenarında kilometrelerce uzanmış yeşermeyen çorak topraklar var; içilemeyen saf sular, tadılamayan meyveler var; ısıtmayan güneş, yıldız dolu gecelerde gökyüzünü çaresiz göremeyenler var; ömür geçmiş bir sokak öteye henüz adım atmamışlar, bir öyküsü olduğundan habersizler var; resim çizmeyi bilip kalemi olmayanlar, kalemi olup yazamayanlar, yazmayı bilip de cesaretini kökten kaybetmişler var; çok bilip susanlar, sustukça kaybolanlar, kayboldukça alkışlananlar var; öyle yerler var Şirâze adı masalsı, sanı destansı; hayâli Kaf kadar uzak, İrem kadar yitik, Petra kadar dimdik... yok’lar içinde var’lar var, var’lar içinde yok’lar... İstanbul içinde kaç şehir, dünya içinde kaç alem var; yazacağım bil diye Şirâze her yer kendince ahenkliymiş.



Elbruz’da bekle beni tam buzul zamanı, Malkar’dan yayılan efsanenin adını ben okuyacağım titreyen sesime aldırış etmeden, her kelimenin vurgusunda olmasın diye en ufak bir yanlışlık, aktris edâsı takınmadan, sahneye en hâkim havamda sana ben, bir de Asya’dan şiirler okuyacağım; yalın, postmodernizmin henüz bulaşmadığı kafiyelere dikkat ederek, bilmediğim dilin bilmediğim inceliklerini zedelemeden, masallara taht kurmuş toprakların tebessümüyle bakacağım sana; anla diye Şirâze

inciten incindiği için incitirmiş.



susarsam konuşursun sandım

konuşursam susarsın... ol sebepten Şirâze, her kelimeyi tek tek senin için yazdım

âzâde et ki beni ayyânım çok, son demde zincirlerimi tek tek kırayım



adın kaçağa çıkmışsa eğer, ömrün sürgün yeridir artık

şehirler geçersin Şirâze, sonra ülkeler... zaman kilidin

barınamazsın dar gelir her sığınak, geniş yerde kesilir nefesin

adın işlenmişse bir yere, attığın her adımda oraya çıkarsın

sana yazılmış tüm isimleri kazıdıkça, bile bile yaralanırsın

çaresi yok Şirâze, sen böyle bu yolda tükene tükene yürüyeceksin

deliyim bilirsin, biraz çocuk ve biraz da karanlık

gelme içimdeki öfke beslensin, yeter ki sen gelme

düştüğüm yer Şirâze, olmasın senin gözlerin



derdim seninle değil benim;

erken tarihlerin birinde, bir Pazardı Şirâze, seni külliyen dert edindim.




hayalden kaymayanım...
ne söylesem de takmayanım:)
yazılmaktan eskimeyenim

önce saygıdeğer blogum sonra varsa! uğreyanlar buraya, misafirlerimiz. Ay vaktinin mart sayısı çok şirin duyurulur efem. Ve benim seçtiğim bir yazı da burada okunmayı beklemekte...

destur otobüs firması değil!

Mimar Sinan'ın 450 yıllık sırrı

Mihrimah Sultan Cami'ndeki onarım çalışmaları, Mimar Sinan'ın bir mühendislik sırrını daha ortaya çıkardı.

Mimar Sinan'ın, Kanuni Sultan Süleyman'ın kızına aşkını anlatmak için yaptığı Mihrimah Sultan Camii'nin 10 yıldır süren bakım ve onarım çalışmaları sırasında, ünlü mimarın bir mühendislik sırrı daha gün yüzüne çıktı. 1999'daki Gölcük depreminde gördüğü hasar nedeniyle restorasyon çalışmaları süren caminin etrafında yüzden fazla kuyu bulunduğu tespit edildi. Uzmanlar, Mimar Sinan'ın, eski İstanbul'un en yüksek tepesine inşa ettiği camiinin zeminindeki su dengesini sağlamak için temelin etrafına kuyular açtığını, böylece temeli korumaya aldığını belirledi. 16. yüzyılda inşa edilen Mihrimah Sultan Camii, dönemin üç padişahına mimarbaşılık yapan ve hala birçok eserinde kullandığı mühendislik tekniği sırrını koruyan Mimar Sinan tarafından Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan adına 1562-1565 tarihleri arasında inşa edildi. 1998 yılında restorasyon programına alınan caminin rölöve, restorasyon, restitüsyon ve temel güçlendirme projeleri hazırlanarak, onay için ilgili koruma kuruluna sunuldu. 2007'de çıkan onayın ardından restorasyon için gerekli olan hasarlı minarenin yeniden yapılması tamamlanarak cami tepeden tırnağa yenilendi.

YAYIN TARİHİ: 13.03.2010
yenişafak




"Mimar Sinan'ın, Kanuni Sultan Süleyman'ın kızına aşkını anlatmak için yaptığı Mihrimah Sultan Camii"


Bu nasıl bir ifadedir böyle? %99 emin olunsa dahi böyle bir ifadeyi nasıl kullanabilirsiniz? Israrla mimar Sinan'ı mucizeci ve "tek" olarak görme arzusunun getirdiği enteresan bir bakış hali değil de nedir bu? Bugün kalksa yattığı yerden mimarbaşı, bu cümleyi kuran kişinin yüzü kızarmaz mı? Yaşarken evli ve çocukları olduğunu bilmez misiniz? İskender Pala; "belki" , "küçük de olsa", "olabilir" gibi ifadelerle anlatırken, siz nasıl da böyle kesin bir ifade kullanırsınız sayın gazeteci? Hayır böyle bir şey söyleyecekseniz de bunun söylenme tarzı "basitce" magazin vari bir havada mı olmalıydı?
Bir daha okuyun lütfen ve düşünmeyin üzerine, bırakın unutulsun.



"Mimar Sinan'ın, Kanuni Sultan Süleyman'ın kızına aşkını anlatmak için yaptığı Mihrimah Sultan Camii"

8.4.10

bahar varken



bu baharda mutlanmak varken
pırıl pırıl hem de
yıldızlarla kol kola olmak
ben neredeyim şimdi

aşıklar haykırırken
ellerinde çiçeklerle
savrulurken kızlar
sen neredesin şimdi





Kangeldieva Dilshat-Izdep Jurom (Looking For You)

I Only Ask Of God

yakut kolyesini ne zaman taktı? ellerini hiç uzattı mı? yüzünü ısrarla bana mı döndü? öyleyse ne zaman yolladı mutluluklarını bana? peki beni hayata döndürecek kadar güçlü müydü gözleri?
söyle neredeydin sen? şimdi mi indin dünyaya?

6.4.10

hayalden kaymak zamanı


Güzel olan, ömrü kısa sürendir bu dünyada
Kelebekler gibi...
Yanmak güzeldir, pervane misali
Ama anlıktır bir o kadar da...
Dünya hayatı kısayken yaşanabilir halde
Yoksa sonsuz ömrü kim neylesin
Ölümle güzel yaşam
"Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü" demek hoş
Anların kayıp gitmesi, dökülmesi zamanın...
Madem herşey gelip hayalime uğruyor
Ve dökülüyorlar bir bir
Öyle ise "hayalden kayanlar" da kayacak bir gün aniden
Belki bugün belki şu an
Şu an bitecek ve bir gün gelip de hayalden kayanları görenler
Hayatın aslında ne kadar da kısa olduğunu anlayacak
Tıpkı bir mezar taşı gibi dikilmiş ve yan yatmış
Kıvırılmış bir lisan gibi
İnsanın içinden geçecek kim bilir
Belki bugün olmayınca
Kendi gözlerinden dökülecek hayalden kayanlar...
Daha çok anlatılacaklar vardı, çok gösterilecekler de
Ama hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarken biz
Aniden gelmeyecek mi ölüm
Şimdiki gibi.
Bu alemde camdan kayan bir yağmur damlası gibi düşeceğiz bir bir,
Sanılmasın yokluğa
Gerçek aleme, amenna...
Daha dinleyecek çok dile dolananlar vardı
Ama birden kesilmeyecek mi
En güzel şarkılar
Bugün varım yarın yokum diyebilmek ne kadar da zor
Anlatmak istediklerini hayatlarıyla anlatanlar ne kazandı
Ya da ne kaybettiler
Ne kaybetmiş olabilirler ki, üç günlük dediklerinden başka
Sen de git artık düş hayallerden
Yeter bu kadar duymak, görmek ve düşlemek
Düşmek ve dökülmek zamanıdır şimdi
Bir yiğit vardı gömdüler karşıki bayıra demek günleridir
Git ve kayıplara karış artık
Küçüklükler büyüklüklere inkilap etmeli
Git ve gerçekten yorul
Sonra düş toprağa
Bir çiçek ol
N'olur
Yaslan bir ağacın gövdesine
Kök sal
Onun köklerine karış...
Git ve arkana bakma
Gitmek zamanıdır şimdi
Sonsuzluğa gitmek
Yürürken önüne bakmak zamanıdır
Başını kaldırmadan...
Düşünmek
Efkarlanmak zamanıdır
Muhabbet ve hüzün zamanıdır
Mutluluk hüzündedir, bilmez misin
Göz yaşını doğru zamana sakla
Gözler ıslanırken güzel
Ama doğruya...
Çok konuştun git
Git demek ne de zor
Ama bir adım atınca gitmenin güzelliğini görürsün
Hüznün büyür sen küçülürsün
Madem gitmek güzel, hülyalardan dökülmek, gözlerden kaymak güzel
Ne durursun öyleyse
Zaten gideceksin, götürüleceksin
Git öyleyse
Giderken son mırıldandığını dinlet
Dinleyen gitmenin güzelliğini duysun
Seni duysun
Gitmeyi duysun...

Kıraç'a söyleyin bir daha şarkı yapmasın



Birkaç ayımı götüren bir şarkı...

Meral hassasiyeti ve cesareti herkesten beklenemez ki. Meral olamayan nasıl Halil bulsun peki?

Peki ben Halil olabildim mi?
Halil mi?
Halil bir boşluk
Halil kendi dünyasının esiri
Ben Halil olmayı reddediyorum
Ben Meralim, Meral aşkı yetiyor çünkü, başı dik çünkü
Yorgun ama ayakta...



Düş sokağı sakinleri sormuş:
Hep böyle mi olur?
Evet hep böyle olur...

4.4.10

eski bir ...

Yeni başladığım "eski bir yıldızsın hiç sönmeyen" isimli filmim için çektiğim görüntülerden bir kısmına yakışacağını düşündüğüm bir şarkıyı şimdiki videoya ekledim. Böylelikle filme başladığım tarihi de belirlemiş oldum saygıdeğer blogum aracılığıyla. Umarım gönderilerimin hızından su kaynatmaz kendisi. Sanırım artık yavaşlamanın da vakti geldi.
İyi seyirler...




1.4.10

lila



sevgilinin rengi lila mıdır
oysa ki hiç görmediğim giydiğini
öyleyse lila bana
neden onu hatırlatır

yoksa her şey onu çağrıştırır da
en ilginci lilanın hatırlatması mıdır
yok yok
bence aşkın rengi liladır

anlıyorum
kuşlar liladır, ağaçlar da
peki ya duygular
mesela şaşkınlık, nasıl liladır

elimi kolumu bağlasalar da
yaptığım resim liladır
bir ton açık bir ton koyu
güneşin doğuşu hep liladır

çığlıklarım sessizdir ama
renk renk liladır
düşlerimde büyüttüğüm çiçeklerim
haliyle, liladır

söylememe gerek yok
vapurlar, kubbeler, boğaziçi
tabiatiyle
istanbul liladır

özlemim lila
gözyaşım lila
evet evet karar verdim
rengidir aşkın, lila

serkan duman