30.3.10

Aşk?




Aşk yorar mı adamı?
Aşk yormamalı, acıtmamalı
Aşk yeniden yapmalı
Aşk yeniye çağırmalı

"Hiç" edermi aşk adamı?
Hiçliğe atmamalı
Hiçlikten çıkarıp
Varlığa çağırmalı

Yine de düşünemezsin işte
Yine de yorulursun
Yine de hiçsindir
Aşıksındır yine de


28.3.10

when i was young



iki ve tek
iki, farklılık
tek, bütünlük
ikisindir o andan önce başkasındır
sonra an olur kaybolur eşya bulutlara gizlenir
"iki" "tek"e dönüşür başkalaşır
kendini unuturken başkasında bulursun yine, kendini
onda tek olursun, erirsin...

erkeksindir, çocuksundur hala
oyunlarını gizlemeden oynarsın
karşında çoktan büyümüş bir kız görürsün
ne oralıdır ne de buralı
sen çocuksundur ona, hala...

kızsındır
şartların çetindir
dikkatlisindir hayata ve hayatta
dikkatli olmalısındır zaten
her oyuna katılamazsın, her yola çıkamazsın
kızsındır işte, oralı olamazsın

"an" olur ama, istesek de istemesek de olur
farkedersin varlığı
an olur gizleyemezsin, gizlemezsin
dalar gidersin sadece
baktığın nedir anlamazsın
manalandıramazsın güzeli
sadece bakmak istersin, hem de sonsuza kadar bakmak

fark edildiğini fark edersin ya
korkarsın
çünkü kuyudasındır artık
kuyudayızdır
"biz"iz dir artık
kapı kapanmıştır
gencizdir
yaşlanıncaya kadar ...

27.3.10

Martta doğdum ben




Martta doğdum ben
Onun gibi umarsız
Onun gibi değişken
Martta oldum ben

Martta aşık olmalıydım
Nisanda tanıyıp seni
Mayısta görmeliydim
Gözlerinin içini

En zoru kışın aşık olmak
Bir dahaki seneye
Anlarsın mart gelince, neymiş
Soğuklarda yalnız kalmak



Oysa ellerin...

26.3.10

çağrışımlar...savaşı yırtan sesler...


çağrıştırırlar, yıllar geçse de acıların üstünden
ilk günde olduğu gibi, ortasında olduğu gibi, biterken olduğu gibi...
unutturmazlar, hissettirirler, göz yaşı kelime olur akar akar...

o günler hem hatırlanmak istenmez, hem de içinde olmak istenilir
özveri için, başkalarının yaşayabilmesi adına, ölebilmek için...
anılınca o günler, gözyaşı yansır ekranlara,
insanlığın bittiği ve insanlığın yüceldiği anlarla birlikte
ve çocuklar ve anneler titretir içimizi
hiç bitmez, hep biter ve asla yaşanmasalar yankılanır vadilerde
bir de hatırlatanlar ve duyuranlar olur
onlar savaşı çağrıştırır ama haklının sesisiyle, mazluma doğru gider gider...

üç çağrışım var şimdi, üç farklı yerden üç benzer çağrışım
birincisi için komşu blogumdaki derya deniz'e teşekkür ediyorum onun sayfasındaki Dino Merlin ezgisi coşturdu bu duyguları

acıları dinmiş gibi görünse de mutlak adaletin zamanını bekleyen,
hiç bitmeyen ve hep biten savaşlara...

ya tamam okuduk işte...

Okumak zorunda kaldığım bir kitap diyebiliriz. Onca reklam sonucunda herşeye rağmen beklentilerimi yüksek tutmadım. Sonuç mu? Simyacı ve martı benzetmeleri doğrultusunda konuşacak olursam. İki öykü tesbiti enteresan şekilde yerinde olmuş zira ya bu öykülere öykünülmüş yada onlardan çok etkilenilmiş. (genellemelerim ve yargılarım meşhurdur zaten:))
Neyse söyleyeceğim o ki kitap beni etkilemedi. Belki simyacıda olduğu gibi sonunda vurulurum diyordum ama yine simyacı dolayısiyle tahmin ettiğim sonuca denk geldim Aha! buldum. Kitap simyacı gibi başlıyor, martı gibi gelişiyor, küçük prense değiniyor ve simyacı gibi bitiyor. Evet tam olarak böyle:)
Yine de bana küçüklüğümü hatırlattığı bölümleri olmadı değil. Özellikle büyüdükçe kaybettiğimiz bazı hissiyatlar namına... Küçükken ayda savaşan iki taraftan birinin komutanı olduğuma inanırdım. Ve ordum ile bağlantıyı güneşe bakarak sağlıyordum. (Allah gözlerimi esirgedi:) Hala tırsıyorum birşey olur mu diye. Dakikalarca baktığım olurdu bazen.)
Neyse, güzel ki okadar insan okudu demek lazım belkide.
Albüm seçmiştim kitap için.
Kitaba uygun bir şarkıyla(true love will find you in the end) açılan bu albüm Headless Heroes'a ait, the silence of love...

24.3.10

Indemann



Blog eklemelerim baya bir çeşitlenmeye başladı. Önceden bahsettiğim "sorgulama" yerini sorgulamamaya bırakıyor anlaşılan.:)
Bu yapı dikkatimi çekti ve paylaşmak istedim.
Maurer United Architects'in gerçekleştirdiği projenin adı; indemann. Almanya'da İnden belediyesinin, 2030 yılında miadı dolacak olan bir kömür madeni civarında gerçekleşecek olan rekreasyon alanlarına landmark oluşturacak bir seyir kulesi istemesiyle başlamış herşey. Mimarları ise duruma "gerçeğe dönüşmüş olan bir peri masalı" şeklinde yaklaşıyor.



Cephede ise Avrupanın en büyük ölçekli led sistemi oluşturulmuş. Bir nevi katlanmış bir ekran var karşımızda. Animasyonlar ve ışık oyunlarıyla yapı hayata katılıyor.

23.3.10

teselliler kitabı



"Şiir desen çamurlu bir ırmak şimdilerde..."

"Ben gideyim ta ki alemin tesellicisi gelsin"

"Denizin gerçeğini derinlemesine gördüğün oranda yüzeydeki çerçöp sana çirkin, uzak ve boş görünür..."

"Her yanda kokun
Her yerde izin
Her yerde yüzün var,
Arka bahçende Ruhum meleklerle oynar"

"Elif harfine bakmaz mısın, kendi başına kendi birliği içinde dimdik ayakta durmayı bilir de diğer tüm harfler ona bağlanır, eklenir."

"Yok zerre teselli ne gülüşten, ne bakıştan'dır. Yalınlaşmak için yalnızlaşmak lazımdır."

"Meleklerin kanat hışırtıları her yanı sarmışken, bir gülün dikeninden bile bir melek gülümsüyorken nasıl katıksız yalnızlıktan bahsedersin..."

"Hüznü vardır sadece kalbi olanın"

"Kadere iman eden kederden emin olur"

"Lakin biliyorum, en nihayetinde şu dünya hayatında dikensiz gül, kılçıksız balık, elemsiz haz, zahmetsiz rahat istiyorsun. Bilesin ki dünyada bu isteklerinin karşılığı yoktur, burası tatma yeridir dostum, doyma yeri değil. Vitrindir bu dünya, ambar değil"

"Rivayet odur ki eski zamanların birinde bir ârif kişiye göklerden "Ne istersin?" diye bir ses geldi. Cevabı şu oldu: "istememeyi isterim."

"Bildim ki ölümün tesellisi yine ölümdür."

"Kimse eşit doğmaz ama herkes eşit ölür dostum."

"İyi ki varsın ey ölüm."

"Anne karnındaki cenin hiçbir vakit ev sahibine tam bitişik değildir, hep bir iğretilik, bir ayağı üzengide sefere hazır bir seyyahın ruh hali... iç içeyken dahi ayrı olmak: Budur hayatın sokaklarında uğuldayan rüzgar."

"Ey ayrılık kasırgası, senin önünde bir saman çöpüyüm.
Nereye savrulacağımı nerden bileyim.
Sana sözünü geçiren sahibini bildim.
Emrindeyim,
nereye atarsan at, nereye götürürsen götür,
orayı yurt edineceğim..."








İşte böylece bir kitap...
Sevdiğim kitaplar bir şekilde bir albümle bağ kurmayı başarmıştır hep. O kitap okunurken o albüm dinlenmiştir. Ve o albüm dinlendiğinde ya da o kitap konuşulduğunda birbirlerini hatırlatmıştırlar. Küçükken yüzüklerin efendisi kitabını Oasis'in Be here now'ı ile bütünleştirmiştim mesela. Radiohead Ok computer ise hafıza kitaplığımda Anna Karenina ile yapışmıştır.
İşte şimdi Anouar Brahem-Le Voyage De Saher bu kitapla okundu, ona yakıştı, dimağa yerleşti. Öylesine huzur verir, öylesine dinginliğin mutluluğunu yaşatır bu albüm. Göz yaşına yakışır bir başka deyişle...

edeb ya hu!





İstanbul Fatih'de bir dükkanın cephesinde duran kozmetik reklamlarının üzerine püskürtme boya ile bir şey yazılmış;
edeb ya hu!
Enteresan geldi bana açıkcası. Birileri oturmuş düşünmüş anlaşılan. Her tarafı dolduran açıksaçık kadın resimleri rahatsız etmiş bu arkadaşları. Her ne kadar damgayı yapıştırdıkları resimler bazı rahatsız edici olanlara nispeten, gayet "tesettürlü" dursalarda, eylemdeki öznellik dikkatimi çekti. Manen diyorlar ki;
-beni rahatsız etme
-ben senin gözümün önüne getirdiğin resimlerden rahatsızım
-senin olduğu kadar benim de hakkım var bu caddelerde ve ben öyle gelişigüzel herşeyi görmek istemiyorum
-dışarda bir yerlerde senin yaptıklarından rahatsız olan insanlar var vb. vb.

Bu yapılanı gören insanlarda genelde iki türlü tepki olacağını düşünüyorum. Ya da düşündümde tepkisizliği de dahil edeyim ve üç tür olsun.
İki türlü tepki ise olumlu ve olumsuz karşılama durumları.
Özellikle olumsuz karşılayanların sorularını tahmin edebiliyorum bunun yanında bu sorulara, duruma olumlu yaklaşanların cevaplarını da tahmin edebiliyorum. Örnek;
A-Sanki bunlar internette, tv'de yada basılı mecmualarda bakmıyorlar mı?
B-Bakar bakar o adamın sorunu, asıl durum zorla herkese göstermek
A-Mahalle baskısı
B-Asıl baskı bize kardeşim, bakmak istemiyorum allah allah ya!
:)
gibi...
Benim bakış açımsa yıllardır protestolarımızı, düşünce sistemimizi ve daha bunun gibi birçok şeyi aldığımız batı kaynaklı hareket halinin karşısında içerden çıkabilmiş olan enteresan bir protesto halinin var olmuş olması.
Açıkcası bu protesto bana Antalya'yı hatırlattı. Antalyalılar yıllarca (belki hala duruyordur) bir binanın yan cephesindeki 18X15 metrelik bir bayan "poposuna" bakmak zorunda kaldı ve kimse buna itiraz etmedi. İtiraz etmedi diyorum çünkü edilmiş olsa bile, biz kamu olarak bunu fark etmedik.
Yapılan protestoyu ne destekliyor ne de yeriyorum. Sadece bana bazı insanların hala düşünüyor olmasını hatırlattığından dolayı anlatma ihtiyacı duydum. Tıpkı bir aralar Osmanlı Cumhuriyeti filmi çıktığı zamanlarda ki gibi...


Not: Her tür reklamda kadının kullanılması ve yine kadınlığın düşürüldüğü noktanın görülmesi adına şu traji komik resmi de eklemek istiyorum. Bu bir kürdan kutusudur. Peki resim ne alakadır?




22.3.10

Dedim Kız Yaşın Nedir ?

Dedim kız yaşın nedir ?
Dedi başımdır

Dedim kız kalem nedir ?
Dedi kaşımdır

Dedim kız on dört nedir ?
Dedi yaşımdır

Dedim kız sümbül nedir ?
Dedi saçımdır

Dedim kız sar boynuma ?
Dedi olmaz olmaz

Olmaz olmaz olmaz olmaz
Muhabbet olsa olar
Yar nece olmaz olmaz
Ah nece olmaz olmaz

Dedim kız ala nedir ?
Dedi gözümdür

Dedim kız vala nedir ?
Dedi özümdür

Dedim kız gonca nedir ?
Dedi lebimdir

Dedim kız şeker nedir ?
Dedi sözümdür

Dedim kız çare nedir ?
Dedi olmaz olmaz
Olmaz olmaz olmaz olmaz
Muhabbet olsa olar
Yar nece olmaz olmaz
Ah nece olmaz olmaz

Dedim kız uzak nedir ?
Dedi yolumdur

Dedim kız aze nedir ?
Dedi adımdır

Dedim kız baycan nedir ?
Dedi canımdır

Dedim kız kulaç nedir ?
Dedi kolumdur

Dedim kız sar boynuma ?
Dedi olmaz olmaz
Olmaz olmaz olmaz olmaz
Muhabbet olsa olar
Yar nece olmaz olmaz
Ah nece olmaz olmaz

18.3.10

yine de ağlayamamak değil, ağlamamak

O insan;
Yıllarca, bir başına göğüs gerdiği haksızlıklara, yalnızlıklara, boğulmuşluklara rağmen
Tek damla göz yaşı dökmemeye karar vermiş ve en zor günlerde bile bunu başarabilmiş kişi
Geçen yılların ardında, hep özlemini duyduğu, hıçkırıklara boğulmanın senfonisini, başını yaslayabileceği bir omuz varken bile, erteleyebilen...
Tek damla göz yaşıyla birlikte akacak olan yıllar, bunalımlar, geçmeyen saatler, dakikalar, saniyeler, anlar, tonlarca hüzün ve ne uğruna savaşıldığı unutulanlar...

Hıçkırıkların düğümlenmesi, yıllar sonra her geçen gün daha da ağırlaşan ve dışarıya çıkmaya can atan varlıkların, gelip göğse oturması ve sen izin vermedikçe orda kalacaklarını bilmen.Filmin anlattığından öte, bu sahnenin hissettirdikleri,işte bunlar...